TÜRKİYE HİDROLİK VE TERMİK SANTRALLERE YÖNELMELİ PDF Print E-mail
Written by ulku2   
Wednesday, 06 October 2010 13:43

SÖYLEŞİ

ı

Ortadoğu ve Kafkaslar’dadır. Petrol rezervlerinin ise yüzde 70’i aynı bölgede bulunuyor. Dolayısıyla bu, Ortadoğu ve Kafkasların başını sıkıntıdan kurtaramayacağının göstergesi… Kömürün özelliği ise şu, kömür kıtalara ve ülkelere yayılmış durumda. Yâni stratejik bir yakıt değil. Birçok kıtada var ve 55 ülkeden fazla yerde kömür çıkartılıyor. Her ülke için geçerli değil ama, doğalgaz ve petrole kıyasla bir ülkenin başka bir ülkeye bağımlılığı söz konusu değil kömürde. 2004 yılının rezerv/üretim hızı baz alınarak fosil yakıtların ömrü hesaplandığında; petrolün 40 yıl, doğalgazın 67 yıl, kömürün 167 yıl ömrünün olduğunu görüyoruz. Kömürün ömrü esasında 225 yıldı 2003 yılında. Fakat gerek Çin’deki hareketlenme gerek doğalgaz ve petrol fiyatlarının artmasıyla, kömür kullanımı son birkaç yılda çok arttı. Dolayısıyla 2004 rakamlarına göre 167 yıl olarak görülüyor. Ancak bu 167 yıllık rezerv kaliteli kömür için geçerli. Dünyadaki bilinen linyit rezervleri eklendiğinde bu 460 yıla çıkıyor. Türkiye’de zaten Zonguldak yöresi dışında sâdece linyit var, dolayısıyla dünyadaki bir çok ülke gibi Türkiye’nin rezervleri de bu 167 yılın dışında. Tabiî bu arz talep meselesi, arz bu kadar bol olduğundan kömürün fiyatı da göreceli olarak ucuz.

ODTÜ Mühendislik Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nevin SELÇUK ile Söyleşi

Nükleer Enerji İçin 2015-2020 Beklenmeli

2023- Dünya enerji ihtiyacını nereden karşılıyor? Gelecekte bu oranlar nasıl bir seyir izleyecek?

N. Selçuk- 2002-2025 yılları arasındaki öngörüler, 2002’den 2025’e kadar dünyada enerji tüketiminin 1,5 katına ulaşacağını göstermektedir. Global enerji kullanımında fosil yakıtlar ise yüzde 85’lik payını koruyacak. Dünya elektrik üretiminde enerji kaynaklarının paylarına yine 2025’e kadar baktığımızda ise şunu görüyoruz: Kömüre dayalı üretim baskın payını koruyacak. Bu birinci sonuç... İkinci sonuç, doğalgazın payı artacak. Üçüncü olarak, nükleer ve yenilenebilir enerjinin elektrik üretiminde payları değişmeyecek. Neden fosil yakıtlar önemini koruyor? Bu önemli bir nokta... Dünyadaki kömürün toplam rezervi 909 milyar ton. Bu rakamlar BP’nin 2005 istatiklerinden çıkartılmıştır. Doğalgazın 179,5 trilyon metre küp, petrolün ise 161,8 milyar ton’dur. Dünyadaki doğalgaz rezervlerinin yüzde 60’

 

2023- Türkiye de nükleer enerji yatırımı yapmak istiyor.

N. Selçuk- Türkiye nükleere girmek için bence artık geç kaldı. Şöyle geç kaldı: 1970’li yıllarda nükleer enerjinin belirli teknolojileri vardı, santrallar bu teknolojiler ile o günlerde dünyanın her tarafında kuruluyordu, fakat dünya bu atık problemi yüzünden bu teknolojileri değiştirmeye karar verdi. 2015-2020 yılları civarında atık sorunu daha az olan yeni nükleer santrallerin piyasa çıkacağı tahmin ediliyor. Dolayısıyla 1970’lı yıllarda kurmadıysak bence 2015-2020’yi bekleyelim, bütün dünyanın kurduğu daha temiz nükleer santrali onlarla birlikte kuralım. Bu arada geçen zamanı da bu teknolojiyi öğrenmek için geçirelim. Çünkü satın aldığınız mala teknik şartname yazmak zorundasınız. Biz bilmeden satın almaya gittiğimiz zaman yabancıların bize “al” dediğini alıyoruz veya en ucuz olanı alıyoruz. Dolayısıyla doğru bir zaman değil Türkiye için. Ayrıca nükleere geçmeniz için kendi enerji kaynaklarınızı tüketmiş olmanız lâzım. Çünkü eski teknolojiyi satın alacağız ve bu santraller 30 sene için kurulur ve 40 seneye kadar ömrü uzatılabilir. Eğer eski teknolojiyi alırsak 10 sene sonra ciddî baskılara mâruz kalabiliriz. Kısaca ben nükleere karşı değilim, ama doğru zamanın beklenmesi gerek ve kendi öz kaynaklarımız varken bu kadar alelacele girmeye gerek yok. İleriye mâtuf olarak yeni nükleer santral teknolojisiyle Türkiye mutlaka o şansını kullanmalı.

Türkiye Doğalgaza Bağımlı Hâle Gelmiştir

2023- Ülkelerin mevcut durumu ile Türkiye’nin karşılaştırmasını yaparak devam edelim isterseniz.

N. Selçuk- Dediğim gibi Fransa fosil yakıtlarını bitirdiği için nükleer teknolojiye geçmiş durumda. Diğer ülkelerde ise fosil yakıtlar ağırlıklarını koruyorlar. Türkiye hidrolik enerjiye en fazla pay ayıran ülkelerin başında geliyor. Türkiye yenilenebilir enerjiye verdiği payla birçok ülkeden daha iyi durumda. Fosil yakıtların enerji üretiminde kullanımına baktığımızda ise dikkat çekici bir nokta karşımıza çıkıyor: Türkiye doğalgaz kaynağı olmayan bir ülke olarak elektrik üretiminde doğalgaza en yüksek payı veren ülke… İngiltere, Norveç doğalgaz üretiyor, ama Türkiye elektrik üretiminde doğalgaz üreten ülkelerden çok daha doğalgaza pay ayırıyor. Bunun arkasında ise “al ya da öde” bazlı anlaşmalarımız yatmaktadır. İlk önce Rusya’dan gazı gıda, ilaç vs. karşılığında alıyorduk, daha sonra bu nakit paraya döküldü daha sonra da anlaşmalar yapıldı.

Biz yaptığımız “al ya da öde” doğalgaz anlaşmaları sebebiyle ihtiyacımızın fazlasında bir doğalgaz talebinde bulunduk ve bu yüzden her tarafı doğal gaza teşvik ediyoruz. Bu al ya da öde prensibi ise bize AB’nin bir baskısıdır. AB kendi raporlarında diyor ki, 2020 yılında AB enerjisinin 2/3’sini ithal etmek zorunda, çünkü Kuzey Denizi’ndeki kaynaklarda petrolün ve onunla birlikte bulunan doğalgazın azalacağını öngörüyorlar. Bu ihtiyacını gidermek için de en yakın yer Kafkaslar. Dolayısıyla oradan kendilerine hatlar döşetmek istiyorlar.

Bunu döşettirirken, Türkiye’ye “benim enerji ihtiyacım var, döşe” derse Türkiye döşemeyecek, Polonya döşemeyecek. Ama diyor ki, kömür kötü, kömür kirli siz doğal gaza ağırlık verin bu sözleşmeleri yapın bize de enerji köprüsü olun. Türkiye enerji köprüsü olmak için buna girişti. Ama enerji köprüsü olmak demek, kendi ihtiyacınız dışındakini, bir satış sözleşmesi yaparak satmanız demektir. Türkiye satış sözleşmesi yapmadan ciddî miktarlarda doğalgaz anlaşmalarına imza atmış bu sebeple de kendi ihtiyacının üstünde “al ya da öde” sistemiyle gaz alma mecburiyetinde kalmıştır. Maalesef bu Türkiye’yi enerji köprüsünden ziyade düdüklü tencereye çevirmiştir. 8. Beş Yıllık Planı hazırlanırken, ki ben elektrik enerjisi komisyonunun başındaydım, bu konuyu gündeme getirdik. O zaman zamanın hükümetine bunları anlattık. Bir kitap çalışması yaparak Ankara ve İstanbul Sanayi Odaları ile birlikte buna dikkat çektik. Ama pek de dikkate alındığını zannetmiyorum. Enerji köprüsü olmak önemlidir, ama bunu Türkiye’nin AB’ye üye olmasından sonra gündeme getirmesi daha doğru olurdu.

2023- Neden?

N. Selçuk- Biz böyle baskı kurunca bu doğalgazın bir kısmını satacağız dediler ve Yunanistan ile bir satış sözleşmesi imzalandı. Bu satış sözleşmesi gereği ilk önce 500 milyon metre küp’lük küçük bir anlaşma imzalandı. Biz kilometrelerce hat döşedik, kendi kaynaklarımızla, Yunanistan sınırına kadar. Yunanistan ise gidip AB’den parasını aldı 40 km içeriye hat döşedi. Türkiye, “ben enerji köprüsü olacağım ama bunu AB’ye girdikten sonra yapacağım, çünkü öz kaynaklarım bu yatırımı yapmak için yeterli” değil diyebilirdi. Lobilerin vs. faaliyetleri neticesinde bu denilemedi ve ülke menfaatleri korunamadı. Dolayısıyla Türkiye’de 2003 yılında doğalgazdan üretilen elektriğe verilen pay yüzde 60,5’e çıktı. 2003 ile 2005 arasında bir takım tedbirlerle bu oran yüzde 58’e düştü. Bu rakam bile çok yüksek. Çünkü doğalgazdan üretilen elektrik çok pahalı, çünkü doğalgaz pahalı... Eğer dünya enerji kaynaklarının payına bakarsak bu rakamların anlamı daha net ortaya çıkar. Dünyaya baktığımızda 2030’a kadar nükleer payının azalacağını; kömür ve yenilebilirin payının değişmeyeceğini; doğalgaz payının ise iki kata çıkacağını görüyoruz. Doğalgaz rezervleri artan tüketimi karşılayamayacak ve sonuçta doğalgazın fiyatı artacak. Ama kömür çok bol bulunan bir kaynak olduğu için, Çin’in geçen senelerde yaptığı gibi bir talep artışı olmadıkça, fiyatında çok fazla oynama olmayacak. AB, ABD ve Kanada’ya baktığımızda durum böyle… Türkiye’nin elektrik üretiminde doğalgaza bugün ayırdığı pay dünya ülkelerinin 20 yıl sonra ayırmayı plânladığı payla aynı seviyede. Türkiye bu pahalı ve arz güvenliği olmayan doğalgaz kaynağına diğer ülkelerden 20 yıl önce bağımlı hâle gelmiştir.

2023- Peki Türkiye ne yapmalı? Enerji üretiminde hangi kaynaklara yönelmeli?

N: Selçuk- Türkiye’nin en büyük birincil enerji kaynağı hidrolik, ikincisi de kömürdür. Doğalgaz ve petrol rezervleri açısından, arama faaliyetlerine başladı ama bugüne kadar elde edilen bulgulardan yola çıkarak, Türkiye’nin fakir olduğunu söyleyebiliriz. O hâlde bizim iki temel kaynağımız var: Hidrolik ve kömür. Hidrolikte mevcut kurulucu gücümüz 12.900 megawatt, yararlanılabilecek ek potansiyelimiz ise 35.500 megawatt. Yâni bugünkü kurulu gücün 3 katı kadar bizim ekonomik olarak üretilebileceğimiz hidrolik enerji kaynağımız var. Kömüre gelince mevcut kurulu gücümüz 9.100 megawatt, yararlanabilecek ek potansiyel ise 10.300 megawatt. Hidrolikten daha az tabiî ki ama var. Hidrolik enerjiye o yüzden önem vermeliyiz.

Hidrolik enerji elektrik üretiminde yüzde 25, kurulu güçte yüzde 33 paya sâhip. Yenilenebilir enerji kaynağı olması sebebiyle sürdürülebilir kalkınmada rolü çok büyük. Dünya genelinde uygulanan yenilenebilir enerjiye ağırlık verilmesi politikasında Türkiye’yi güçlü bir konuma taşıyor bu durum. Yâni “biz zaten yenilenebiliri kullanıyoruz” diyebiliriz. Hidrolik enerjiden en üst düzeyde yararlanılması şart ve şart. Türkiye’nin hâlen yüzde 36 olan ekenomik yapılabilir hidrolik potansiyelini değerlendirme oranını üye olmak istediği AB’deki yüzde 72’ler seviyesine çıkarması için, hidroelektrik santraller yapılmasına öncelik verilmelidir. Bugün gelişmiş ülke kategorisinde bulunan ülkeler ilk önce kendi hidrolik enerji kaynaklarını sonuna kadar kullanmışlardır.

Bizim daha oranı yüzde 36’dan yüzde 72’ye çıkartmamız gerekiyor, dolayısıyla büyük bir potansiyel var. Türkiye’nin ilk yapması gereken iş bu. Türkiye’nin hidrolikten sonraki en büyük enerji kaynağı kömür, ancak 1985’den sonra kömür ve hidroliğe ayrılan pay gerilemiş, doğalgaza önem verilmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin bu hususa dikkat etmesi gerekir. Almak için imza attığı doğalgazı başka ülkelere satması gerekmektedir. Doğalgaz tabiî ki daha temiz bir yakıttır. Doğalgazın evlerde kullanılması, doğalgazın küçük sanayide kullanılması ideal hedeflerdir, ancak doğalgazdan elektrik üretmek pahalıdır. Benim üstünde ısrarla durduğum konu budur. Eğer Türkiye ihracat yapmak istiyorsa sanayiye ucuz, kaliteli ve kesintisiz elektrik temin etmelidir. Hiçbir ülke sanayileşmeden ihracat yapamaz, sanayileşmemiş bir ülke hiçbir zaman turizm geliriyle kalkıp G8 ülkesi olamaz. Dolayısıyla burada kendimi aldatmamız lâzım. Otelcilikle bu iş yürütülemez. Kömürün oluşturduğu çevre dezavantajlarının ise daha temiz ve verimli yakma teknolojilerine ağırlık verilmek sûretiyle bertaraf edilmesi gerekmektedir.

Karbondioksitin Küresel Isınmaya Yol Açtığı İspatlanmış Değil

2023- Enerji üretiminin çevre ile ilişkisini değerlendirir misiniz?

N. Selçuk- Yenilenebilir enerji olarak adlandırılan rüzgâr, güneş, jeotermal ve hidrolik enerji kullanımının doğanın dengesini korumak açısından en önde gelen seçenekler olduğunu zaten biliyoruz. Ancak günümüz şartlarında sâdece bu teknolojileri harekete geçirerek değil kalkınmak, insanoğlunun hiçbir zaman kabul etmediği, yerinde sayan bir hayat tarzını bile sağlamak mümkün değildir. Elektrik üretiminde gelecekte teknolojik gelişmeler sonucunda daha yüksek pay sâhibi olması muhtemel nükleer enerji uygulamalarında ise henüz atık yönetimi sorunları çözülememiştir.

Dünya yeniden nükleer enerjiye yeni santral türleriyle dönecektir. Fosil yakıta dayalı enerji üretimi çevre konusundaki hassasiyetlere rağmen dünyanın enerji projeksiyonlarında hâkimiyetini sürdürmektedir. Fosil yakıtla enerji üretiminde çevreye olan zararı en aza indirmek için uygulamalar geliştirilmekte ve başarıyla tatbik edilmektedir. Enerji üretimi olarak baktığımız zaman şunu söyleyebiliriz: Ülkemiz sanayileşmek durumundadır ve dolayısıyla temiz enerjiye ihtiyacı vardır. Ama ülkemizin gerek karbondioksit, gerek kükürt dioksit, gerek azot oksit emisyonları sanayileşmiş ülkelere kıyasla çok düşük düzeydedir. Türkiye 35 OECD ülkesi arasında kişi başına elektrik tüketimi ve karbon emisyonunda son sırada yer alıyor. AB çevre mevzuatına Çevre Bakanlığı’nın bazı yönetmeliklerinde olduğu gibi birebir uyulması hâlinde sanayicimizin ciddî yatırımlar yapması gerekecektir. AB fonlarının bu amaçla kısa vadede kullanılmayacağını da görüyoruz. Bu durumda sanayicimiz bu yatırımı kendisi yapmak zorunda kalacak, bu ise üretim ve ihracatımızı olumsuz yönde etkilenecektir. Nitekim birçok tekstil fabrikası şu anda Mısır’a taşınmak üzere… Çünkü kullandığı enerji pahalı ve Çin, Hindistan gibi ülkelerle ihracatta rekabet edemiyor.

Biz niye AB’nin bu yönetmeliklerine uyalım? Çünkü Yunanistan 10 küsur senedir AB’ye üye. Bulgaristan ve Macaristan yeni üye oldu. Bunlara AB ayrıcalıklar tanıyor. AB, 2010 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin yüzde 8 altına indirmeyi hedeflerken, Yunanistan 2010 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin yüzde 25 üstüne çıkartma ayrıcalığını elde etti AB’den. Bu sayede elektrik üretiminde Afşin-Elbistan kalitesindeki linyitini büyük oranda kullanma hakkını aldı. Kendisi için bu ayrıcalığı müzakerelerde sağladı Yunanistan. Biz ise burada AB ne yapıyorsa ondan daha sıkısını yapmaya çalışıyoruz. Bunu yapmak zorunda değil Türkiye. Türkiye bu gerçekleri ortaya koyacak, AB ülkelerine 1850’lerde sanayinin gelişmesi esnasında yaptıklarını hatırlatacak ve kendi sanayisinin gelişmesi için yapması gerekenlerden taviz vermeyecek ve ayrıca Türkiye zaten önemli bir oranda temiz enerji kullanıyor. OECD ülkeleri sıralamasında dediğim gibi en sonuncu karbon emisyonu açısından. Bu hakkı Türkiye AB’den müzakerelerde almak zorunda. Ama maalesef ben böyle bir işaret görmüyorum önümüze ne konursa imzalanıyor; AB’ye üye olalım diye. Türkiye her şeyden önce ulusal çıkarlarını korumak zorunda. Her ülke çünkü bunu yapıyor. Bu nedenle Türkiye, AB’nin çevre mevzuatına uyum sağlamayı ve bu konularla ilgili protokollere taraf olmayı, ekonomik gelişmesini tamamlayana kadar ertelemelidir.

2023- Peki bugünlerde çokça bahsedilen karbon emisyonu tartışmaları, iklim değişikliği meselesi size göre nedir?

N. Selçuk- Bu tartışmaların arkasında büyük lobiler olduğunu düşünüyorum. Çünkü hergün bana mesaj geliyor, işte OECD Türkiye’ye proje vermiş şu kadar milyon avro, başka bir kurum başka bir proje vermiş vs. şeklinde. Bize sürekli proje veriyorlar, buradan bir takım firmalar ve insanlar geçimlerini sağlıyorlar. O da ayrı bir lobi olmuş. Türkiye’nin birçok yerinde bu şekilde konferans düzenleniyor. Çünkü proje paraları verildi, insanlarımız bu icraata teşvik ediliyor şu anda. Karbondioksit gazı emisyonlarının global ısınmaya sebep olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış değildir. Bir bilim insanı olarak ben bu konudaki gelişmeleri 30 senedir takip ediyorum. Son yıllarda karbondioksit emisyonlarının arttığı gerçek gibi görünüyor, ölçümlerden, ama buna bağlı olarak global ısınmanın olduğu konusunda hiçbir bilimsel veri yok. Ben yanma odalarında çalışıyorum. Yanma odalarında fosil yakıt yaktığınız zaman karbondioksit ve su buharı çıkar. Bu karbondioksit ve su buharı öyle ışınım özelliklerine sâhiptir ki, kendilerine belirli dalga boyunda gelen ışınların enerjisinin bir kısmını alırlar. Bilindiği gibi güneşten değişik dalga boylarında ışınlar dünyamıza gelir. Bunlar gelirken enerjileri öyle yüksektir ki, atmosferin içindeki sera gazlarıyla etkileşmeden yeryüzüne vurur. Esas olay ise yansıyan ışındadır. Alt troposferde 1 metre küplük bir alanda 355 ppm karbondioksit vardır, fakat 10.000 ppm su vardır. Neden bu kadar su var? Çünkü dünyanın dörtte üçü su ile kaplı ve doğal olarak buhar oluşuyor. Karbondioksit insan faaliyetlerinden kaynaklanmakla birlikte doğal olarak da atmosferde bulunmaktadır.

Ancak karbondioksit de su da yansıyan ışından enerji alıyor. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Karbondioksit ve su buharının yansıyan ışından aldığı enerji birim hacimdeki molekül sayılarıyla orantılıdır. Birim atmosfer hacimdeki su buharı molekül sayısı karbondioksit molekül sayısının yaklaşık otuz katıdır. Bir su buharı molekülünün soğurma katsayısı, bir karbondioksit molekülünün soğurma katsayısından büyüktür. 600 metre kalınlığında bir atmosfer katmanında su buharı karbondioksitten 5,4 kat daha fazla enerji soğurmaktadır. Dolayısıyla su buharı karbondioksitten çok daha etkin bir sera gazıdır. Atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonunun kontrol edilmesiyle atmosferin toplam sera gazı etkisinin de kontrol edilebileceği olası görünmemektedir. Karbondioksit konsantrasyonun bugünkü durumunun iki katına çıkması durumunda karbondioksit tarafından soğurulan enerji yüzde 12’den yüzde 16’ya çıkmaktadır.

Bundan on küsur sene evvelki Dünya Bankası raporlarında sera gazları arasında su buharı yer almıyordu.

Bilim insanlarının Dünya Bankası’yla temaslarından sonra su buharı eklendi. Ama hâlâ bizdeki çevre ile ilgilenen arkadaşlar bu konuya değinmiyor. Ben, bol bol karbondioksit salalım diyor muyum? Hayır, öyle bir şey söylemiyorum. Ayrıca bu teori karbondioksite dayalı küresel ısınma teorisi de kanıtlanmış değil. Karbondioksitin yükseldiği bir gerçek fakat karbondioksitten dolayı dünya ısındı, buzullar eriyor, kıyıları su basacak, şehirlerimiz su altında kalacak demek mümkün değil. Bu teorinin çıktığı yer ise, Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC). Kyoto protokolu hazırlanırken bilim insanlarından da görüşler alınmış. Ancak karara ters düşen görüşlere yer verilmediği iddia ediliyor bazı bilim insanları tarafından. IPCC çalışmalarında önümüzdeki 30 sene boyunca dünyanın sıcaklığının artacağına modellemelerle karar veriyor. Ben bir matematik modelciyim. Bir model yapıldığı zaman o modelin mutlaka deneyle karşılaştırılıp, model sonuçlarının doğru olup olmadığı kontrol edilir. 79 ila 99 yılları arasında Kuzey Kutbu’ndan Güney Kutbuna uzanan bir meridyen üzerindeki 63 istasyonda hem uydu ile hem balonla alt troposfer dediğimiz katmanın sıcaklığı ölçülmüş bulunmaktadır. Hem uydudan hem de balondan alınan veriler birbirini onaylar rakamlar olarak ortaya çıkmış. Bu verilere göre bu periyotta dünyanın sıcaklığı her on senede bir 0,06 derece santigrat düşüyor. IPCC’nin ön gördüğü model sonuçları söz konusu ölçümler tarafından doğrulanmıyor. IPCC modeli ısınma olacak derken ölçümler bunun tam tersini söylüyor.

2023- Peki, bu tartışmaları neye bağlıyorsunuz?

N. Selçuk- Amerika’da bu işi yürüten sivil toplum örgütünün başındaki bayan, “bilim adamları ne diyor bilmiyorum ama insanlar global ısınma konusunda konsensüse ulaştı” diyor. Ancak o bayandan önce aynı görevi yürüten eski başkan ise diyor ki, “ben bu örgütün başına geldiğimde buna inanıyordum ama 17.800 bilim adamı tarafından imzalanmış rapor var, global ısınmanın, ki varsa, kaynağı karbondioksit değil”. Dolayısıyla iki görüş var. Birincisi bizim gibi ışınımcılar, atmosferdeki ışınım ısı transfercileri diyorlar ki, dünyada bir ısınma var, bunu da güneşteki reaksiyonlar dikte eder. Yâni güneşte zaman zaman dinginleşen reaksiyonlar, zaman zaman hızlanıyor. Dolayısıyla gezegenler de küçük ve büyük periyotlarda ısınma ve soğumalar geçiriyor. Bu periyotlar 25 yıl gibi küçük süreler de olabilir, 1 milyon yıl gibi uzun süreler de olabilir. Meselâ 600 sene önce Thames Nehri’nin donduğu arşivlerde var. Ama 600 sene sonra bu tekrar olur mu bilmem. Bir de bunun aksi görüşünü ileri sürenler var.

Bunda yenilenebilir enerji lobisinin de etkisi olduğunu düşünüyorum. Meselâ rüzgârcılar. Dünya bir takım şeylere lobilerle sürükleniyor. Bir zamanlar petrol lobisi vardı artık petrol enerji kaynağı olmaktan çıkarak önemi giderek arttığından stratejik bir ürün hâlini aldı. Doğalgaz lobisi meselâ giderek etkisini arttırıyor. Bunun gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili ciddî bir lobi faaliyeti yürütülüyor. Tabiî ki yenilebilir enerji kaynaklarına yönelinmelidir, tabiî ki bio-enerjiye yönelinmelidir ama bunlar mevcut enerji ihtiyacını karşılayabilecek kaynaklar değildir. Bu enerji kaynakları sisteme girmeli ve ülkeler tek bir enerji kaynağına bağımlı olmamalı tabiî ki.

Kısaca Türkiye’nin karbondioksit emisyonunu azaltmaya gitmesine hiçbir neden yoktur şu anda. Kişi başına karbon emisyonunda bu kadar ülkenin arasında en düşük sıradadır, elektrik tüketiminde de en düşük sıradadır. Kyoto Protokolü’nü de imzalamasına şu anda gerek yoktur. Türkiye’nin bugün sâhip olduğu kurulu gücü Çin, 1 senede kuruyor. O da aynı atmosfere veriyor, ben de aynı atmosfere. Türkiye’nin bu mesele hakkında ciddî düşünmesi gerekmektedir.

Kömür Türkiye İçin Stratejik Öneme Sâhip

2023- Türkiye’nin enerji strateji açısından yenilenebilir enerjiyi değerlendirir misiniz?

N. Selçuk- Enerji stratejisi açısından Türkiye’nin, dışardan aldığı kaynaklara bir çeşitlilik içinde bağımlı olması lâzımdır. Bu yapılmaya çalışılıyor. Yerli kaynakların aranması ise burada önemli bir başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni yeni bu anlamda faaliyetlere başlandı. Onun da devam etmesi lâzım. Enerji türleri açısından bir değerlendirme yaparak buna devam edecek olursak: Termik santraller yılda 6.000 ile 8.000 saat çalışır. Bir yılda 8.760 saat vardır. 760 saat bakım yapılır. Hidrolik santraller ise su rejimine bağlı olarak yılda en fazla 4.000 saat çalışır. Rüzgâr santralleri ise yılda 2.000-2.500 saat çalışır. Eğer Türkiye rüzgâr santralleri kurar ve parasını buraya yatırırsa şunu unutmasın ki, bu rüzgar santrallerı 2.000-2.500 saat çalışacak, çalışmadığı saatlerde ise ihtiyaç duyulan enerjiyi ya termik, hidrolik ya da nükleer santrallerle karşılamak zorunda.

Yâni hem rüzgâr santralı kuracağız hem diğer santralleri. Herkes diyor ki, Almanya’da bu kadar yenilenebilir enerji kullanılıyor. Evet, var ama onlar çalışmadığı zaman devreye giren santrallar söz konusu. Türkiye’nin böyle bir yedekleme yapması şu anda mümkün değil. Biz her santrali dışardan kredi ile kuruyoruz. Onun için Türkiye’nin ekonomik olarak ayağa kalkana kadar, sanayileşmesini temin edene kadar ekonomik olarak ihtiyacını karşılayacak santraller kurması lâzımdır. Nasıl gelişmiş ülkelerde arz bolluğu var, biz de o duruma gelince rüzgâr santrallerine yönelebilirim. Eğer rüzgâr santralı kuracaksak da bunu yöresel ihtiyaçları karşılamak için kullanalım. Çünkü rüzgâr, güneş, kısıtlı ve maliyetli kaynaklar. “Temiz enerji” diye daha pahalı enerjiye yönelmenin veya devlet teşviki vermenin ben doğru olduğu kanısında değilim. Bu teknolojiler ne zamanki diğerleriyle ekonomik olarak boy ölçüşür hâle gelir o zaman kullanırsın. Eğer 100 megawatt’lık rüzgâr veya güneş enerjisi yatırımı yaparsan, 100 megawatt’lık da termik ya da nükleer enerji yatırımı yaparak bunu yedeklemen lâzım.

Türkiye’nin kıyılarını enerji için kullanması lâzım. Çok geniş bir kıyı şeridimiz var ve ithal kömür kullanılmak kaydıyla da olabilir kendi kömürümüzü kullanmak şeklinde de olabilir buralarda termik santraller kurmalıyız. Bugün Japonya yakıtını nereden alıyor; dışardan. Enerjisini de kıyılarına kurduğu santrallerden elde ediyor. 600 megewatt’lık bir santral kuracaksanız, doğalgaz yakan kombine çevirim santralla işgal ettiğiniz alan 7 hektar, kömür yakan santralla 25 hektar. Eğer rüzgâr santralini okyanusun ortasına kuracaksanız 2.400 hektar; kıyıda kuracaksanız 4.800 hektar; karaya kuracaksanız 7.200 hektar alana ihtiyacınız var. Zaten Türkiye okyanuslarla çevrili bir ülke de değil.

Yenilenebilir enerji konusunda söyleyebileceğim; Türkiye, hâlen yüzde 36 olan ekonomik yapılabilir hidrolik potansiyelini değerlendirme oranını üye olmak istediği AB’deki yüzde 72’ler seviyesine çıkarmak için kesinlikle hidroelektrik santrallar yapılmasına öncelik vermeli. Ekonomikliği belirlenmiş küçük hidroelektrik santral potansiyelinin tümü devreye alınmalı. Rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları bugün olduğu gibi gelecekte de dünyanın hiçbir ülkenin enerji politikasının ana enerji kaynakları olmayacaktır. Ancak bu enerji kaynakları da ticarî açıdan rekabet edecek düzeye geldiğinde, yöresel enerji ihtiyacına katkı sağlamalıdır.

Gelelim kömüre: Kömür, hidrolikten sonra ülkemizin en büyük enerji kaynağı. İkincisi dünyada diğer fosil kaynaklarına göre daha fazla rezervinin olması dünyadaki dağılımının daha homojen olması ve fiyatlarının diğer fosil yakıtlarına göre daha sabit kalması gibi özellikleri nedeniyle, ülkemiz açısından stratejik üstünlüğü olan bir yakıttır ve buna öncelik verilmelidir. Yeni kurulacak olan santrallerde kömürü temiz ve verimli yakan teknolojilere öncelik verilmelidir. Benim, “Türkiye kömürlerine hangi yakma teknolojileri uygundur” şeklinde yaptığım araştırmanın sonucu, Çatalağzı dışındaki tüm linyitlerin akışkan yataklı santrallerde son derece temiz ve verimli, hatta süper kritik çevrim teknolojileriyle yakılabileceğini göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye’de kömür santralleri, en son gelişmiş ve ticarî boyuta ulaşmış verimli ve çevre dostu akışkan yataklı yakma teknolojisi ile kurulmalıdır. Ve nitekim de Türkiye bu sürece girmiştir.

2023- Türkiye’de şu anda akışkan yataklı santral var mı?

N. Selçuk- Çan Termik Santrali 2x160 megawatt kapasite ile kuruldu ve şu anda elektrik üretiyor. Ayrıca özel sektör Çanakkale’de yatırım yapmaya başladı. Linyitler özellikle bu teknolojide çok iyi yanmakta. Sanki bu teknoloji düşük kaliteli yakıtlar için çıkmış gibi. Yanma sıcaklığı düşük olduğundan azotoksit emisyonu düşük, içine kireçtaşı ilâvesiyle yanma gerçekleştiğinden kükürtdioksit emisyonu düşük. Diğer santraller 1000 derece santigratta çalışırken, akışkan yataklı santraller 850 derece santigratta yanma yapıyor ve düşük yakma sıcaklığı nedeniyle de azotoksit emisyonu az oluyor. Çok büyük avantajları var. Meselâ Polonya ilk başka 250 megawatt bir santral kurdu arkasında 10 tane daha kurdu. Ben burada 1975’ten beri bu temiz yakma teknolojisini tanıtmaya çalışıyorum, daha bir tane kurabildik Çan’a.

2023- Ne yapmalı?

Kömür ile ilgili kısmı yukarda söyledik. Enerji konusunda atılması gereken en önemli adımlardan bir tanesi de plânlı miktarlarda alınması zorunlu olan doğalgazın temin güvenliğini artırmak için Avrupa fonlarından destek alınarak, Avrasya enerji koridorunun sürdürülmesidir. Gerek dışa bağımlığı artırmasından gerekse pahalılığından elektrik üretiminde mümkün olduğu kadar doğalgaz kullanımından kaçınılmalıdır. Çeşitlendirme nedeniyle bunu yüzde 20 oranında tutabiliriz ama yüzde 60 değil. Alım zorunluluğu olan doğalgaz öncelikle konut ve sanayi sektöründe kullanılmalı, ihtiyaç fazlasının da Avrupa ülkelerine satışı için bağlantılar kurulmalıdır. Doğalgaz arzında sürekliliği sağlamak için, ki her sene kesinti olmaktadır biliyorsunuz, en azından yüzde 15’inin yeraltında depolanması gerekmektedir. Nükleer için söyleyeceklerimi de söyledim. Nükleer için 2015-2020 beklenmeli. Ayrıca mevcut santrallarda gerekli olan sürekli bakım onarım yatırımları yapılmamaktadır. Bu yüzden de medyatik durumlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin Yatağan, Kemerköy, Yeniköy bunlar özelleştirme kapsamına alındı. On sene yatırım yapılmadı. Devlet, “özelleştireceğim” diye bu santralların verimli bir şekilde enerji ürütmesini devam ettirmesi için gerekli olan yatırımı yapmadı. Bunun için yeni kurulacak santrallarda yeni teknolojilerin tercih edilmesi ve santralin hak ettiği yatırımın sürekli yapılması lâzımdır.18.8.2008

Kaynak: 2023 Dergisi Sayı:71

www.2023.gen.tr

 

 

 
bayrak2.gif

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Anket

Sitemizin son hali hakkındaki görüşünüz:
 

Free template 'Feel Free' by [ Anch ] Gorsk.net Studio. Please, don't remove this hidden copyleft!