SEYYİD AHMET ARVASİ’Yİ ANIYORUZ Print
Monday, 30 December 2013 09:46

 

Türk-İslâm davasını insanlarımıza anlatmayı sürdürürken, 31 Aralık 1988 tarihinde daktilosunun başında iken Hakk'a yürüyen büyük mütefekkir, sosyolog ve Türk-İslâm ülküsünün yılmaz savunucusu, peygamber soyunun nurlu oluklarından süzülen neslin son temsilcilerinden olan. Seyyid Ahmet ARVASİ ‘Yİ ölümünün 25. Yılında ÜLKÜTEK olarak rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhu şad olsun.“Türk-İslam davasını hayatının mutlak çizgisi kabul eden ve bu çizgide yürüyen kâmil bir insandı Seyyid Ahmet Arvasî… O, çağımızın Ahmet Yesevî’siydi. Zamanın rengine boyanmayan, zamanı İslam rengine boyamayı gaye edinen tavizsiz bir müslümandı O... Türk-İslam ülküsünü yoğuran hamurkârların başında geliyordu. Bütün gayreti İslam’ın sesinin gür çıkmasını sağlamaktı”(*). Bir yazarımızın ifade ettiği gibi”İslâm’la Türklüğü ve Batı medeniyetini bağdaştıramayanların Arvasî’yi çok okumaları gerekir. Zira İslam inancıyla Türklük ülküsü et ve tırnak gibidir. Bu hususta Gökalp de “Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Batı medeniyetindenim” diyerek Arvasî’yle aynı görüştedir. Arvasî, modern çağın büyük sancılarını gideren fikir mimarlarından biriydi ” (*).Türk İslam Ülküsü tanımlaması ile hem dindar, hem milliyetçi, hem medeniyetçi olunacağını ortaya koyarak, yazdıkları ve yaşantısı ile bu değerlerin bütünlüğünün önemini vurgulamıştır. Bu değerleri birbirine zıt programlar gibi göstererek Türk Milletini bölmeye çalışan emperyalizmin emrindeki güçlerin tertiplerini 54 yıllık hayatı boyunca yazdıkları ve yaşantısıyla ortaya koymaya çalışmıştır. 15 Şubat 1932  tarihinde Ağrı ilinin Doğubayazıt İlçesinde doğan S. Ahmed Arvasî, ailece Van'ın Müküs (Bahçesaray) ilçesine bağlı, Arvas (Doğanyayla) köyündendir. Babası Gümrük Müdürlüğü'nden emekli Abdulhakim Efendi, annesi Cevahir Hanım'dır.

 

 •S.Ahmed Arvasî, ilk öğrenimine Van'da başlayıp Doğubayazıt'ta tamamlamıştır. Orta okulu Erzurum'da bitiren Arvasî, lise öğrenimine Erzurum Erkek Öğretmen Okulu’nda başladı, Erciş Öğretmen Okulu'nda bitirdi. 1952 yılında Konya'nın Doğanbeyli Nahiyesi’nde ilkokul öğretmeni olarak göreve başladı. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik görevini sürdüren Arvasî, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünü 1958 yılında tamamlayarak çeşitli eğitim enstitülerinde pedagoji öğretmenliği yaptı. 1978 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'nden 24 arkadaşıyla birlikte siyasi amaçlar için sürgün edilen Arvasi 1979 yılında emekli olmak zorunda kaldı. Aynı yıl Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi'nde Genel İdare Kurulu Üyesi sıfatıyla aktif siyasete atıldı.

•12 Eylül 1980 ihtilalında Mamak zindanlarında çile dolduran S. Ahmed Arvasî ilk kalp krizini burada geçirdi. Daha sonra bu olayı Başbuğ Alparslan Türkeş şöyle anlatıyor: "Tutukevinde geçirdiği kalp rahatsızlığı dolayısıyla Ankara mevki hastanesine kaldırıldı. O gün, daha dün gibi hatırımdadır. Görevliler kendisini hastaneye gitmesi için aşağıya indirdiler. Biz, yukarıda kalmıştık. Odamın penceresinden dış kapının açıldığı merdivenleri görebiliyordum. Arvasî hocamızı hastaneye götürecek cankurtaran henüz gelmemişti. Ayakta bekleyecek hali yoktu, bitkin bir vaziyette taş merdivenlere oturarak cankurtaranın gelmesini bekledi. Yukarıdan askerlere seslendim. Bir binbaşı çıktı. Kendisine Arvasî Bey'in rahatsız olduğunu, bir sandalye getirilmesi için emir buyrulmasını rica ettim. Bu ricamdan sonra bir sandalye getirdiler. Daha sonra cankurtaran geldi ve uzaktan birbirimize el sallayarak ayrıldık, vedalaştık."

Bu tarihten sonra da inandığı ve uğruna baş koyduğu Türk-İslâm dâvasını  insanlarımıza anlatmayı sürdüren S. Ahmed Arvasî, 31 Aralık 1988 tarihinde daktilosunun başında iken Hakk'a yürüdü.

S. AHMED ARVASİ VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

 S. Ahmed Arvasî'nin verdiği kutsal milli mücadeleyi ve geride bıraktığı ciltler dolusu eserlerini aktarmak ve anlatmak hiç de kolay değildir. Yine de onun büyük bir içtenlikle son nefesine kadar tavizsiz bir şekilde savunduğu Türk-İslâm Ülküsü davasına rengini veren temel düşüncelerine ana başlıklar halinde değinmeye çalışalım.

•Arvasi  Peygamberimizin soyundan gelen bir Türk Milliyetçisi İdi. Seyyid, yani Hz. Muhammed (s.a.v)'in soyundan olması nedeniyle ecdadı aslen Arap olan Arvasî'nin, kaynağını Türk-İslâm Ülküsü'nden alan bir Türk milliyetçisi olması üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Böyle bir şuurlanmanın altında yatan olgun idrâk gücü onun ailesinden gelen Muhammedi asaletten kaynaklansa gerektir. Bu asaletin nurlu izlerini şu tarihi olayda bulmak mümkündür: Osmanlı'nın dağılma döneminde, müritleriyle birlikte Suriye üzerinden Arabistan'a giden Abdulhakim Arvasî'ye oranın ileri gelenleri, kendisine medrese yapacaklarını ve her türlü imkânı sağlayacaklarını taahhüt ederek Arabistan'da kalmasını istemişlerdi. "Osmanlı zâten öldü, Türk diye bir şey kalmamıştır." denilince, Abdulhakim Arvasî Hazretlerinin sinirlenip: "Dünyada iki Türk kalsa birisi benim" diyerek, ömrünün sonuna kadar Müslüman Türk'ün dâvasına sahip çıkacağını ifâde etmesi dikkate şayandır."

Türk Milliyetçilerinin ARVASİ ye olan Sevgi ve saygısı onların Irkçılıkla uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığının ve Irkçılığın önündeki en büyük engel olduğunun en büyük delillerinden birisidir.

•Böyle soylu bir ailenin çocuğu olan S. Ahmed Arvasî kendisini şöyle tanımlıyor:

•"Ben, İslâm imân ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.

•”İnanıyorum ki, hem Türk, hem müslüman olmak, hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihleri boyunca bunu denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim.

•S. Ahmed Arvasî bazı sözde İslamcılar gibi Türk tarihinin sâdece son bin yılını kabul edip geri kalan binlerce yılık islâm öncesi mazimizi kör bir taassuba kapılıp reddetmedi. O şuurlu bir Türk milliyetçisi olduğu için Türk töresini, Türklüğün sembolü Bozkurt'u hiç bir ön yargıya kapılmadan kabul ve tasdik etmiş, her fikir ve fiili islâmi süzgeçten geçirerek her şeyi yerli yerine oturtmasını bilmiştir. Bu konularda o şunları söylemektedir:

• “Türk milleti, geniş bir tarihi tecrübeye, büyük ve zengin bir kültür hazinesine sahip bulunmakla "milli töresini" bu güçlü zemin üzerinde kurmuş bulunmaktadır. Türk töresi, âlemşümul ahlâkî ideâlleri bünyesinde toplayan "pratik bir ahlâk ve hukuk nizamı" durumundadır. Hele, en az bin yıldan beri İslâm'ın şanlı aydınlığında yıkanan, olgunlaşan ve arınan Türk töresi, bütün insanlığı mutluluğa çıkaracak 'âlemşümul' bir nizam durumuna gelmiş bulunmaktadır."

•"Hiç bir zaman Türk'ün totemi olmamış olan Bozkurt, coğrafyamızın kültürümüze kazandırdığı bir motiftir" diyen Arvasî Türk milliyetçiliğini "ırkçı" olmakla suçlayan câhillere şöyle seslenir:

•"Türk milliyetçiliği, politikasını biyolojik ırkçılık üzerine kurmayı reddetmekle beraber, içtimaî ırk gerçeğini inkâr ve ihmâl etmemelidir.

•”İçtimaî ırk, biyolojinin konusu değildir, sosyolojinin konusudur. Bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların soy birliği şuurudur. Ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun ve kan birliği şuuru biçiminde duyulmasıdır. Zâten biyolojik verasetin yanında, ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı ve ortak mücâdeleler, bir milletin fert ve tabakalarını hem ruhî, hem de fizik bakımından bir birine yaklaştırır."

•"Kimse biyolojik verasetini tâyin irâdesine sahip değildir. Ama içtimaî ırk tercihe açıktır. Aynı tarihe, aynı kültüre, aynı din ve ülküye sahip olan insanlar arasında kan ve soy birliği şuurunun güçlenmesine yol açar."

•"Türk milliyetçisi, Türk içtimaî ırkını benimser, sever ve sevdirirken ailelerini de bu espiri içinde kurmaya çalışır. Kozmopolitlikten hoşlanmaz. Bununla beraber, başka içtimaî ırkları da Allah'ın bir âyeti olarak değerlendirir."

•”Türk milletinin kurtuluşunu ve ayağa kalkarak İslâm'ın sancaktarlığını yapmasını, tekrar Nizâm-ı Alem'i gerçekleştirmesini Türk-İslâm Ülküsü'nde gören S.Ahmed Arvasî Türk milliyetçilerinin bu doğrultuda öncelikli olarak yapmaları gerekenleri "Neden Türk-İslâm Ülküsü" başlıklı yazısında şöyle açıklıyor:

•"Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de, 'Türk-İslâm Ülküsü'ne bağlanmayı savunuyoruz?

•”Biz iddia ediyoruz ki, emperyalizm, Türk ve İslâm dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile vatan çocuklarını din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da bir birine düşürmeyi planlamaktadır."

•"Düşman, karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Meselâ, sanki bir insan, hem dindar, hem milliyetçi, hem medeniyetçi olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt programlar durumuna sokarak, hiç yoktan çatışan güçler meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar ustaca plânlarlar ki, tertiplerini anlamak için bazen olayların üzerinden elli veya yüz yıl geçmesi gerekiyor."

" Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı "Les Francs-Maçons" kitabının 127. sayfasında okuduğumuza göre İslam dünyasında masonlar Cemaleddin-i Afgani ve Muhammed Abduh gibi "din politikacılarını" localarına kaydederek onların eliyle "Dini,milli yapılarına göre reforme ederek" alemşumul İslam dinini bozmak,öte yandan Müslüman Kardeşler(Freres Musulmans) hareketi ile de "İslam'da milliyetçilik yoktur"propagandası ile milletleri çökertmek ve bu suretle çok kahpece bir planla birbirine zıt "islamcı" ve "milliyetçi" sun'i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.

Emperyalizm, bizim dünyamızda bu "paradoks"tan çok istifade ettiğini ayrıca yazmaktadır. Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı,birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.

O halde,Türk milliyetçisine düşen iş,bütün varlığı ile bu oyunu herşeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede sun'i olarak birbirine düşman "güya Türkçü" ve "güya İslamcı" cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına,bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.

Bunun için,Türk-İslam ülküsüne bağlı,Türklük şuur ve vakarına,İslam iman,aşk,ahlak ve aksiyonuna sahip.Türklüğü bedeni,İslamiyeti ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan,Dünya Türklüğünün,İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur. Din ve milliyet,zıt değerler değildir. Bu sebepten, "sentez",tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre,yıllardan beri kullandığımız "Türk-İslam sentezi" yerine, "Türk-İslam Ülküsü" sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını "TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ" olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.

Bugün bu kaynaklardan beslenenler Türk  Milliyetçilliğini  Irkçılık olarak gösterme cahilliğini göstermektedirler.Türklükle İslamiyeti birbirine zıt kavramlarmış gibi  karşı karşıya getirme çabaları malum çevrelerce bugün de sürdürülmektedir.Birileri Milliyetçiliği ayaklar altına aldığını dahi ifade  etmektedirler. Yüce peygamberimizin karşı çıktığı kavmiyetçilik ,arap aşiretleri arasında yaygın olan bugün aşiretçilik olarak  ifadesini bulan etnik kabilecilik anlayışıdır. Ne yazıktır ki peygamberimizin men ettiği kabilecilik anlayışı bugün güney doğu bölgemizde hortlatılıyor. Türk milliyetçiliği Arvasinin ömrü boyunca yazılarında,kitaplarıda,sohbetlerinde ifade ettiği gibi ırkçılığın en büyük pan zehiridir. Herkes ırkçı olabilir Türk milliyetçileri asla ırkçı olamazlar.Türk milleti tarihin hiçbir döneminde ırkçı olmamıştır ve ırkçılık yapmamıştır. 

ARVASİNİN EĞİTİMCİLİĞİ

1952’de başlayan öğretmenlik hayatı 1979’da emekliye ayrılmasıyla resmi olarak son bulmuş, ancak Arvasi hoca fiili olarak öğretmenliğe devam etmiştir. 27 yıllık öğretmenlik hayatı boyunca sayısız öğrenci yetiştirmiş, Milli şuurla dolu nice öğretmen mezun ederek okullara göndermiştir. Arvasi Hoca’yı Yazar Beşir Ayvazoğlu şöyle anlatıyor:

“Onun talebesi olan herkes ondan etkilenmiştir. Her yeni ders, yeni ufuklar açan bir derstir. Sadece konuşmasıyla değil, çok güzel jestlerle, mimiklerle de etkilerdi. Aktör gibi anlatırdı. Acaba büyük bir aktör olabilir miydi diye sormuşumdur kendi kendime. Gözlerindeki derin ifade… Çok okuyan, düşünen, rahatsız insan gözleri, insana sonsuzluk ve derinlik hissini verirdi. Adeta hipnotize ederdi karşısındakileri.”

Emekli öğretmen, yazar Mehmet Ozan Semerci hocayla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “1971 yılı kışında bir gece üç dört arkadaş, eğitim enstitüsünde okuduğumuz o günlerin sıkıntılı atmosferi içinde iyice sıkıldığımız, bunaldığımız bir günde ne yaptıysak bir türlü feraha çıkamamıştık. En nihayet ‘Haydi hocaya gidelim’ dedik. Saat gecenin 24’ü. Perdeden sızan ışıktan cesaret alarak kapısını çaldık. Tahmin ettiğim gibi hala yatmamış (fakat yatmak üzere) olduğundan bizi kapıda karşıladı. Her zamanki mütebessim çehresi ile şaka yollu bir ifadeyle: ‘Bre zalimler, saat kaç biliyor musunuz?’ deyince biz de ‘Evet hocam.’ karşılığını verdik. ‘Peki öyleyse girin içeri’ diyerek bizi kabul etti. O gece sabaha kadar son derece bereketli ve feyizli bir sohbet oldu. Moralimiz düzelmiş, ruhumuz aydınlanmış, gönlümüz ferahlamış olarak yanından ayrıldık.”

S. Ahmet Arvasi öğretmenliğinin ilk yıllarında başından geçen bir olayı anlatıyor bir yazısında: Ağrı`nın Doğubayezıt ilçesi Molla Şemdin Köyü`nde köy muhtarı kendisine "müellim bey" diye seslenir her zaman. O, muhtarın şivesidir, "muallim" sözünü telaffuz edemediği için böyle söylüyordur diye düşünür. Ancak birkaç ay sonra muhtar Hoca`ya gelir ve şöyle der: "Ahmet Bey, sen gerçekten muallimmişsin. Senden önce buraya gelenler hep "müellim" oldular ama sen "muallim"sin." (müellim: elem veren, üzen, inciten; muallim: ilim öğreten).

O, hep muallim oldu. Sakin Öner “Türk İslam Ülküsü Mütefekkirinin Eğitimle İlgili Düşünceleri” başlıklı yazısında şunları anlatıyor: “Merhum S. Ahmet Arvasî, her şeyden önce bir eğitimciydi. Hem de, büyük bir eğitimciydi. O’nun bu yönünü, muarızları ve düşmanları bile ittifakla kabul etmişlerdi. Kader bize, meslek hayatının son yıllarında (1975-1978) üç yıl kadar birlikte çalışma fırsatı verdi. Arvasî Hoca, benim Müdür Başyardımcılığını yaptığım Atatürk Eğitim Enstitüsünde, Meslek dersleri öğretmeni olarak vazife yapıyordu. Branşında söz sahibiydi. Zaten bunu, okuttuğu Eğitim Sosyolojisi dersinin tek kitabını yazarak da, ispatlamıştı. O tarihlerde, terör ve anarşi doruk noktasındaydı.

Okullarda işgaller ve boykotlar bir türlü gündemden inmiyordu. Arvasî Hoca, buna rağmen her zaman olduğu gibi, derslerinde bir ilim adamının namus anlayışıyla, taviz vermeden ders konularını işliyor, fikirlerini savunuyordu. Doğu ve Batı’nın bütün psikolog, sosyolog ve filozoflarının fikirlerini çok iyi bildiğinden, onunla tartışma cesaretini gösterenler, sürekli kaybediyorlardı. Bu yüzden, aşırı sol militanlar, tesir altında kalmamak ve ideolojilerini zaafa uğratmamak için, sempatizanlarıyla birlikte, Hoca’nın derslerine girmemeye başladılar. Hatta, o günlerin bazı sol fraksiyon dergilerinde, Hoca’dan “Ülkücülerin ideoloğu” sıfatıyla söz ediliyor ve militanlara hedef gösteriliyordu. Fakat o, bunlardan yılmıyor ve ders dışındaki zamanlarında Türk gençlerine, Türk-İslam ülküsünü konferanslar ve seminerler halinde anlatıyordu. Evinde geçirdiği bir kaç saat içinde bile, İstanbul’dan ve yurdun çeşitli yerlerinden gelen sevenleri ile çeşitli memleket meseleleri hakkında hasbihal ediyordu. Okuma ve yazma alışkanlığı ise son nefesine kadar aralıksız devam etti. Sanıyorum, kendisine ve ailesine ayırdığı özel bir vakti yoktu. Okulda ders dışı zamanlarda, bizlerin yanına gelerek, Enstitünün genç idareci ve öğretmenlerinin sıkıntılarına ortak olur, müşküllerini çözmelerine yardım ederdi. Kısacası, o, sadece öğrencilerin değil, biz idareci ve öğretmenlerin de hocasıydı.”

Arvasi''nin tespitlerini Ümit ÖZDAĞ şu başlıklar altında toplamıştır. 1-Türk gençliğine hem Türk milliyetçisi, hem Müslüman, hem de çağdaş olunabileceğini öğretmeye çalışmıştır. 2-Subjektifliğin, objektifliğin mutlaklığın gerçek anlamını vurgulamıştır 3-İslam''ın yeniden tekrar tekrar ana caddeden kıl kadar taviz vermeden incelenmesini ve iyi anlaşılmasını savunurdu. 4-Kendini sorgulayan, özeleştiriye tabi tutan insanoğluna ait ilimlerin yeniden kurulmasını, yani insan bilgisi biliminin kurulmasını önerirdi. 5-Günümüze kadar gelen bilgileri temelinden sarsan fizik ve metafizik terimleri yerine insan ve insan ötesi anlayışının getirilmesi savunurdu. 6-Kültürün yalnız manevi unsurlarının olmadığı, maddi unsurlarının da olduğu. Medeniyetlerin beynelmilel değil milli bir yapıya sahip olması. Medeniyet değiştirmenin kültür değiştirmekten daha zor oluşunun tespit ederdi.

N.MALKOÇ (*) onun Türk İslam Ülküsüne kattıklarını şu ifadelerle dile getirmiştir.”Hak dostları halk dostlarıdır aynı zamanda. Bunlardan biri olan, Türk-İslam davasını hayatının mutlak çizgisi kabul eden ve bu çizgide yürüyen kâmil bir insandı Seyyid Ahmet Arvasî… O, çağımızın Ahmet Yesevî’siydi. Zamanın rengine boyanmayan, zamanı İslam rengine boyamayı gaye edinen tavizsiz bir müslümandı O... Türk-İslam ülküsünü yoğuran hamurkârların başında geliyordu. Bütün gayreti İslam’ın sesinin gür çıkmasını sağlamaktı.

İslâm’la Türklüğü ve Batı medeniyetini bağdaştıramayanların Arvasî’yi çok okumaları gerekir. Zira İslam inancıyla Türklük ülküsü et ve tırnak gibidir. Bu hususta Gökalp de “Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Batı medeniyetindenim” diyerek Arvasî’yle aynı görüştedir. Arvasî, modern çağın büyük sancılarını gideren fikir mimarlarından biriydi”.


Ülkütek olarak Seyyid Ahmet Arvasi''yi ölümünün 25 yılında rahmetle anıyoruz. Ruhu şad olsun. Türk Milleti ve Ülkücüler onu asla unutmayacaktır.

ESERLERİ

·         Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz

·         Doğu Anadolu Gerçeği

·         Eğitim Sosyolojisi

·         Hasbihal (6 cilt)

(Hasbihal, daha sonra konularına göre şu isimlerde yayınlanmıştır:)

1.     Emperyalizmin Oyunları

2.     Devletin Dini Olur mu

3.     Kadın Erkek Üzerine

4.     İnsanın Yalnızlığı.

·         İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri

·         İnsan ve İnsan Ötesi

·         Kendini Arayan İnsan

·         Şiirlerim

·         Türk İslam Ülküsü(3 Cilt)

 

Last Updated ( Monday, 30 December 2013 09:57 )